7 Şubat 2011 Pazartesi

Bir Gariptü Hüznüm.

Beni üzen sen değildin. Davranışlarındı. Soğuk oluşun, elini tutamayışımdı.
Ayrı kalışımızdı belki de?
Bilmem.
Serbest ölçüde yazılmış şiir gibi, darmadağın oldum.
Bakakaldım, düşünedurdum, karanlıkta kaldım.
Dinledim, uzun uzun, şarkı, türkü, konuşma, suskunluk, kafa.
Her şeyi dinledim. Anlamaya çalıştım öylece duranları.
Yalnızlığımı kavramaya çalıştım. Yalnız değilmişim oysa. Etrafımdaki eşyalar da yalnızlığımı giderirmiş, bunu kavradım.
Gözlerim doldu, sensizliğe, çaresizliğe. Atlatmaya çalıştım, başarılı olamadım.
Yazmak gerekti bazı şeyleri. Gerek kâğıda, gerek masaya, gerek akıla. Yazdım.
Hissettim, acıyı, korkuyu, sevinci, hüznü.
Ağladım, yavaş yavaş, ığıl ığıl.
Sevindim, doyamadan.
Acıdım halime.
Korktum, nedensiz.
Bakakaldım, fotoğrafına.
Sustum öylece, biliyor musun, sustum, konuşamadım, sesim çıkmadı, konuşmaya çalıştım, başaramadım, saçmaladım, saçmaladığımı fark ettim, fark edince konuşmaya çalıştım, başardım, kurtuldum suskunluğumdan.

6 Şubat 2011 Pazar

Mektup Hisleri

Yazmak, ne güzel bir histir içindekileri bir kâğıda, ya da klavye aracılığıyla ekrana yazdırmak… Giden sevgiliye yazmak… Kaybolan eşyaya yazmak… Uzakta kalana yazmak… En samimi iletişim biçimi yazmak… Parmaklarının değdiği kâğıda parmakları, belki de dudakları değiyordur… En güzelidir… Bunu bilmek bile, insana müthiş bir heyecan katmaya yeter… Son kez bakarsın yazdıklarına… Uzun uzun… Hüzün kaplar içini… Sessiz, sakin, huzurlu bir hüzün… Neden yapamıyorum, neden gidemiyorum yanına, neden aramıza posta görevlileri giriyor dersin… Düşünürsün… Düşünürsün öylece… Kâğıda dalıp, düşünürsün… Katlarsın kâğıdı, dikdörtgen kalacak şekilde… Sonra zarfı kapatmak için o üçgeni yalarsın… Ağzında garip bir tat kalır… Yola koyulursun… Postaneye gidersin... Son kez parmakların dokunur zarfa… Verirsin ücreti karşılığı görevliye zarfı… Sonra aradan 10-15 gün geçer... Mektup yerine ulaşmamıştır… Beklersin… Derken, zarf ulaşır yerine… Mektubu açar karşı taraf… Düşünür… “O’nun parmaklarının değdiği kâğıda değiyor parmaklarım… O’nun kaleminin mürekkebinde dolaşıyorlar...” diye. Belki bir öpücük izi vardır mektubu yazandan… İşte o öpücük izinin değeri paha biçilemez… Öpülür… Öpülür… Öpülür… Kâğıt koklanır… Belki O’nun kokusu bulaşmıştır kâğıda hevesi kaplar içini… Kâğıt kokar… Ama parfüm değil… Ten kokusu değil… Sadece kâğıt kokar… Olsundur, kendini düşünmesi bile yeterdir bazıları için… Ya da herkes için… Ah, o kâğıt kokusu bile değerli olur kimi zaman… O’nun kokusu bellenir, içe çekilir, uzun uzun, derin derin… Boğaza bir kütle dayanır bazen… Yutkunsan, gözyaşların damlayacak, yutkunmasan, konuşamayacaksındır… Konuşmamayı tercih edersin belli bir süre… Yenik düşersin kütleye… Yutkunursun… Gözyaşların yanaklarında süzülür… Yavaş yavaş, sakince… Dudaklarına gelir… Ağızdan içeri girmeye yeltenir… Bazen başarılı olur… Ağızda o tuzlu su hissedilir… Silersin gözyaşlarını… Söz verirsin ağlamamaya… O’nun yanında olacağına… Uzaklığın hiç bir şeye engel olamayacağına… Tutarsın sözünü, eğer tutamayacağın sözler vermediysen… Ki, vermez insan kendine tutamayacağı sözler… Tutar sözünü… Gün gelir, buluşulur… O kâğıt kokusunun yerini O’nun kokusu alır… Tenini dokunuşunu, dudaklarından öpüşünü, değişmezsin o kağıttaki soğuk, sert ruj izine… Sarılırsın… Kâğıdı sevgiden buruşturur gibi…

5 Şubat 2011 Cumartesi

Gitme!..

“Gitme” dedim,
Sözümü dinlemedin…
“Git” dedim,
Ciddiye aldın…
“Yanıma gel” dedim,
“Keşke” dedin…
Gelmedin,
Gelemedin…
“Etme” dedim
“Eyleme” dedim…
Umursamadın,
Değer vermedin…
“Gözyaşım var “dedim,
Yalan söyledin…
Üzüldün sonra,
“Üzülme” dedim…
Dinlemedin
Üzüldün…
“Üzüleceğin şeyler yapma “
Dedim…
“İstemeden üzülüyorum
Üzgünüm” dedin…
“Seni seviyorum”
Dedim…
“Ben de” dedin…
Beni sevdiğin için teşekkür ederim…